Friday, May 08, 2020

20 yil oldu bu Konya kizi memleketten cikali.

Gectigim yollar, tanidigim insanlar, turlu cesitli milliyetler, dinler, adetler.. Bazen tarifi olmayan kalabalik bir yalnizlik. Yeri dolmayan bosluklar... Kopup giden, bir daha hayat bulmayacagini bildigim baglar.. Kimi zaman pes ettirdi, kimi zaman inkar... arada isyan...

Zamanla hersey kabulum oldu, her soruna bir carem oldu... Bazi careler ise yaradi, bazilari elimde patladi.

Herseyle birlikte en cok da inanclarimi, degerlerimi sorguladim. Zaten aklim hep karisikti, olctum, tarttim, herkes gibi ilk firsatta derinlemesine dusunecegim dedigim herseyle birlikte kafamin icinde bir sekil semal verip kenara kaldirdim. Sorgusuz sualsiz bende kalan tek sey kullugum oldu, Yaradanin adini anmadan sabahlari gozumu acmadim. 

Yine de en cok Ramazanlarda yalniz kaldim. Ama oyle boyle yalnizlik degil, kupkuru bir yalnizlik. Boyle bildigin burnumun kemigini sizlatan, sapsari bir yalnizlik. Herkese senlik, muhabbet getiren Ramazan ayi, bana hep sucluluk, eksiklik, yarimlik getirdi. Uzaklarin da uzagina atti, hicbir sekilde yolumu bulamadim.

Senelerce cocuklara dilim dondugunce anlatmaya calistim. Oruc tuttugum gunlerde mutlaka kucuk bir parca agladim... Bir arkadas demisti ki, "iftar ve sahur ne kadar senlikli olursa cocuklar o kadar heveslenirler". Tek kisililik bir senlik yaratamadim.

Taa ki bugunlere kadar.

Benim cocuklarim buyudu, bana yoldas oldu. Bu sene ufak ufak birlikte tutalim demeler basladi. Tekne orucu derdik, ne olsa makbuldu... Tam da oyle yaptik, kucuk kurallar koyduk, bolca konustuk.  Geldigimiz noktada, Ezgi tum gun tutmaya kararli, az sonra benimle sahura kalkacak.Ozan "belki dayanamam" diye korktu, soz verip bozmak fikri agrina gitti,  kendince tekne orucuna devam edecek. " Iftara kac dakika kaldi?2 diye soracaklar, masayi hazirlayacagiz, "Allah kabul etsin" diye dua edecegiz.. Ben yuzuncu kere "Konya'da top atilirdi, biz dayilarinla mutfak penceresinde beklerdik" diye anlatacagim.... birlikteligin verdigi kuvvetle bundan sonra her Ramazan bir oncekinden guzel olacak.

20 sene once memleketinden cikan bu kiz, 4000 km otede kendi kucuk memleketini nihayet artik bulacak..

Thursday, December 22, 2016


Gecenlerde bir filme gittim, yaslilar matinesiydi… Bir salon dolusu 60 yas ustu insanla mutlu bir Noel filmi seyredecektik. Filmi sunmak icin bir film elestirmeni geldi, 2016’dan neler cektigimizi anlatti. Hicbir senenin bu seneden daha kaotik olmayacagini soyleyerek, “it can only get better after this” dedi. Yanimda oturan yasli basil insanlar, “ah, evet hem de nasil” diyerek, ellerindeki sicak sarapla baslarini salladilar.
Iki gun once yeni  patronumuz yil sonu toplantisi yapti… Gectigimiz senenin uluslarasi captaki felaketlerinden bahsetti… Biz yine sirket olarak paraya para dememistik, o ayri, ama dunya olarak cok fena bir yil olmustu… Umitsiz olmamaliydik, hersey duzelecekti… Bunlari diyen global bir sirketin Ritz’de konaklayan CEO’suydu…
Onceki gun cocuklarin su aralar nasil da hediyeye, sekere, pastaya, kutlamalara bogulup simardiklarindan konusuyorduk… Sonra her duyarli vatandas gibi mecburi bir mahcubiyetle Halep’teki cocuklari andik. O esnada televizyonda bir savas cocuguna yeni yildan ne bekledigi soruldu… “yatak” dedi... vicdanimizdan vurulduk, sonra unuttuk.
Bunlar kendi basina okyanusun ortasinda oturan, sinirlarinda denizden baska hicbirsey olmayan bir ulkenin baskentinde, en sakin, en tuzu kuru, en eli yuzu duzgun semtlerinde oldu… Savasin icindeki insanlar, evlatlarini sehit vermis analar, donusu olmayan yollari gozleyen kadinlar, babasiz kalmis cocuklar o esnada orada yoktu...
2016 iste boyle gecti.  Bazilari icin uzaktan bakip sikayet ederek, bazilari icin acilarin en buyugunu cekerek…
Duzelmez diye dusunuyorum… Hicbir umudum yok. 

Wednesday, June 17, 2015

"Ha topum ha, gum diyivir, 
Hazreti mamalari ham diyivir..."

derdi babaannem biz uc kardes mutfak penceresinde topun atilmasini beklerken...

Oruc olsak da, olmasak da o topu duymadan agzimiza lokma almazdik... 

Otorite degildi bize bunu yaptiran, korku urku hic degidi... Ramazan'i sevmekti... Ramazan'da eglenmekti... Gidilen iftarlar, gelen misafirlerdi.. Babannemin tavan yapan sekerine ragmen yenen gullaclar, ekmek ummalariydi... Gecen gun, cok yogun bir hissi tarif etmesini istemistim Ezgi'den ... anlatamiyorum demisti... iste ben de oyle diyorum simdi... anlatamiyorum ki Ramazan bizim evde neydi...

Bir zaman makinesi olsa en cok bir Ramazan ayinda, Konevi apartmaninin 6. katina donmek isterim... Ama cocuklarimi da alaylim yanima musade varsa... anlasinlar, gorsunler, hissettsinler, benim kendi basima yaratamadigim o Ramazani babaannemle yasasinlar, ogrensinler diye.. 

Her Ramazan ayi tokat gibi carpiyor yuzume... kaybettiklerimi, zaaflarimi... opup basimin ustune koyuyorum yine de. Her sekilde seviyorum Ramazan ayini... 

Monday, February 23, 2015

Ben genel olarak yasamayi seven bir insanim. Iste tam da bu yuzden yasgunlerimi neden hic sevmiyorum, anlayamiyorum...

Dusunuyorum, bulamiyorum... Gercekten bir bakinca soyle uzaktan, seviyorum ben bu hayati... 

Sabahlari uyanmak belki hickimse icin cok kolay degil, ama her sabah uyandigimda " bir aksam olsun, 8de cocuklari da alip yanima kut diye yatacagim" diye dusunmeyi ve o motivasyonla uyanmayi seviyorum... 

Sonra banyo aynasinda uykudan sismis halimi goruyorum... yine de hala aynaya baktigimda bana bakan yuzu seviyorum. 17 yasimdaki halimden, daha anlamli buluyorum.

Cocuklarin odalarina giriyorum... yorganlarin icinden cikmis ayaklari opuyorum, kokluyorum... iyi gunler cocuklarim diyorum... Mis gibi kokan saclarini seviyorum. 

Evden cikiyorum... Soguk yuzume carpiyor. Yurumeye basliyorum. Yurumeyi cok seviyorum. Yurudukce dertlerim azaliyor... Bir yerde okumustum - yururken ayaginin bastigi yeri hissederek dusuncelerindeki farkindaligini arttirabilirsin diyordu... Bazen butun dusunceler aklimin icinde ordan oraya ucusurken, sadece ayaklarima konsantre oluyorum...Her adimda bir agactan digerine ziplayan maymunlar gibi dagilmis dusuncelerim ciktiklari deliklere geri donuyor. Hepsini aliyor, yan yana diziyor, oncelik sirasina koyuyorum. Hicbir sekilde cozemeyecegim dusunceler en arkaya, bir sekilde o gun icinde cozmem gerekenler en one geciyor... Hepsinin kuyrugunu birbirine bagliyor, kafamin icine geri koyuyorum. Derli toplu duran dusunceleri seviyorum. 

Trene biniyorum... Kokmayan insanlari seviyorum...Birbirine gozunu dikip bakmayan insanlari seviyorum... Herkesin kafasini onune egip, okudgu kitap, izledigi filmden tek bir bakis bile kaldirmadan gecirdigi tren yolculuklarini seviyorum... 

Ofise geliyorum... Sevdigim insanlara gunaydin demeyi, pek sevmediklerime de sadece usulen gulumesemeyi seviyorum. Kim derdi ki, bundan 8 yil once kapisindan bile giremeyecegimi dusundugum bir ortamda, simdi ona buna selam vermekten neredeyse yuruyemiyorum... 

Sonra, sabah kahvaltilarini seviyorum... Vaktim olsa tam 1 saat kahvaltida ne yesem diye dusunurum.... yumurta mi, fistik ezmeli ekmek mi, misir gevregi ve yogurt mu? Hepsini, hepsini seviyorum...

Hele ilk kahveyi... bazen sirf ilk kahveyi dusunerek uyandigim oluyor... bayiliyorum.... ilk yudumdan sonraki iki dakika boyunca kanimda dolasan o enerji topunu seviyorum.. O anda dunyada cozulemeyecek hicbirsey yokmus gibi geliyor...O enerjiyle calismaya basliyorum...

Herkes gibi isimi cok seviyorum !!! Peki, abartmayayim, haftanin her gunu ve her saati olmasa da, cogunlugunda seviyorum diyelim... Bana bir masa, bir bilgisayar vermisler... fikirlerime inanmislar, guvenmisler...odalar dolusu insanlari egitmem icin paralar odemisler.. daha da ne isteyeyim... evet, evet ... isimi seviyorum.

Kabul edeyim, bazen bazi insanlari bogasim geliyor... evet, nadir de olsa, "su adamin yuzune acikca bir "F..ck Off" desem acaba sonum ne olur" diye dusundugum oluyor..sonra nedense o fikir geldigi gibi gidiyor, yine benden dunyanin en sabirli, en anlayisli sesi cikiyor... sinirlerime hakim olabilmeyi seviyorum, insanlara sinirlenmeden, laf carpmadan, atarli, giderli konusmadan da istedigimi yaptirabilmeyi seviyorum...

Ha bu arada, ogleden sonrasi Earl Greyimi seviyorum.. limonlu, koyu ve tek sekerli. Cok stresliyken .icince birden dunya tekrar guzel ve yasanabilir bir yer oluyor... 


Sonra isten cikiyorum, evi bulmam 1.5 saati buluyor... olsun... dedigim gibi trenleri, otobusleri seviyorum... okuyorum, arastiriyorum, yaziyorum, ciziyorum... bazen bos bos camdan disari bakiyorum... 

sonra anahtar kapinin deliginden giriyor... kapi aciliyor...gerisi opus koklas, sar sarmala... bazen bagir cagir, yemegini ye cocugum, sutunu bitir yavrum... odalara cikiyoruz.. pijamalar giyilmis... gunun nasil gecti diyince oturup adam gibi anlatan iki 6 yas tipiyle her telden konusuyoruz...ama her telden... Ozan o gun ona kaba davranan arkadaslarini bir bir sikayet ediyor... Ezgi kimle ne oyun oynamis, detaylica anlatiyor... sonra daha derin mevzulara giriyoruz...sebepli sebepsiz, tepemden inmiyorlar butun aksam... icim icime sigmiyor... cok seviyorium... 

Ardindan "babamiz" geliyor... bu babamiz lafi da ne komik, kadini nasil da etkisiz eleman yapiveriyor bir cirpida...bazen gec kaliyor, kiziyorum... ama genel olarak babamizin guzel kafasini seviyorum... gecen gun bahcede birseylerle ugrasirken seyrediyordum, bir kafa bu kadar mi duzgun olur yarabbim! 

Sonra gunun kisa ozeti...  biraz tv karsisinda kafa bosaltma... son bir fincan cay... sonra yari uykulu tirmanilan yatak ve daha yastiga bes kala dusulen uyku... uykuyu cok seviyorum..


Alternatifini dusunursen, yaslanmak iyidir demis bir bilir kisi.. Durum boyleyken, hayatimda sevmedigim hemen hemen hicbirsey yokken, ben bu yasgunlerini ne diye sevmiyorum.. hic anlamiyorum.

Tuesday, September 03, 2013

Bahar gecti, yaz geldi gecti... En sevdigim aya geldik...

Benim bir blogum vardi, bugun sevdigim bir arkadasim hatirlatti.

Niye yazmiyorum diye kendime soyleniyorum... Az da olsa, uc bes satir da olsa...

Bazen isten tum damarlarimdaki kan cekilmiscesine yorgun geliyorum.

Son zamanlarda ofiste 3 saat, 4 saat, 6 saat araliksiz konustugum gunler oluyor...Yeni is, yeni yeni maceralar yasatiyor.

Ama su andaki en onemli maceramiz, yarin ilk siniflarina baslayacak Ezgi ve Ozan.

Saatlerce heyecandan uyuyamadilar yukarida... Fisir fisir sesleri geldi.

En sonunda, "anne bizle yatar misin 2 dakika" diyerek merdivenlerde gorunuverdiler.

Gittim, ikisini de alip bizim yataga attim, yattim aralarina... "ben de kucukken tatilin son gunu heyecandan uyuyamazdim" dedim. Ezgi: "Anne sen kucukken yuzun buyuktu ama vucudun kucuk muydu?" diye anlamli bir soru sordu.. Ardindan Ozan: "Anne sen buyuyunce kac yasinda oldun" diyerek baska bir boyut katti konusmamiza. Ayni yasta bir kiz ve bir oglanin annesiysen, muthis bir yetenek gelistiriyorsun istemeden... Hic alakasiz ve kesinlikle hicbir sekilde ilgilenmedigin iki konuda ayni anda son derece hevesli ve istekli gorunerek sohbet edebilmek gibi. Zira yataktaki muhabbetimiz bir noktada televizyonda Ezgi'nin en sevdigi cizgi filmin maalesef son bolumune gelmesi ile Ozan'in en sevdigi ucak modelleri arasinda gitti geldi.

Sonra iki dakika doldu, ben yataktan ciktim, "Cok heyecanlanirsaniz, birbirinize sarilin" dedim... Daha arkami donup odadan cikmadan, bizimkiler simsiki sarilip yataga gomulmuslerdi.

Benim iki yavrum buyudu... Abi, abla oldu... Ne kadar sukretsem az. Yarin girecekleri kapidan daha da buyuyup cikacaklar. Hayatlari artik tamamen degisecek, guzellesecek, bazen cok da guzellesmeyecek. Isin icine rekabet girecek, cok calismak girecek, basari oldugu kadar belki bazen basaramamak da girecek...

Tek dilegim birbirlerinden hic ayrilmasinlar... Birbirlerine iyi gunde, kotu gunde bugun sarildiklari gibi sarilsinlar. Birbirlerinin akli fikri olsunlar, biri dustugunde digeri kaldirsin.

Ve en onemlisi karsilarina hep iyi niyetli insanlar ciksin...Ne yaparlarsa yapsinlar, mutlu olsunlar, huzurlu olsunlar. Mutlak bu dunyanin derdine dusecekler, onlar kendiliklerinden dusmese bile eminim, anne baba olarak biz dusurecegiz bu mentalitenin icine, ama dilerim iclerinde bir yerde hep sigindiklari baska huzurlu bir dunyalari da olsun.

Yavrularim, dilerim su iki dakikacikta paylastigimiz dunya dolusu mutluluk tum okul hayatiniz boyunca yasayacaklarinizin baslangici olsun.






Thursday, April 25, 2013

Tabii cok uzun zamandir yazmayinca, insan neresinden baslayacagini sasiriyor...

Halbuki kosem bucagim, "bunu da yazmaliyim" dedigim notlarla dolu. Ama akil notu benimkiler. Her seferinde, ya kalem ya kagit bulamamaktan, ya da olmadik durumlarda yakalanmaktan kurtulamayip aklima yazdigim notlar... dusunceler... 


Mesela. "donmeli miyiz, donmemeli miyiz" cikmazimizin doruklarinda oldugumuz bir gun, Ankara'da bir alisveris merkezinde dolasirken kendi kendime:

" Vitrinde gorup, begenip denemek istedigin, ama ardindan almamaya karar verdigin ayakkabilari kafana firlatir gibi toplayan saticilar oldugu muddetce bu memlekete donulmemeli."

diye dusundum... 

Ne kadar luzumsuz ve bos bir sebep degil mi? Ama dogru... Beni resmen hayattan sogutuyor bu adamlar.. Insanliga inancim azaliyor. Ve memleketimde sagolsunlar bolca varlar... Kucuk dukkanlarda artik mecburiyetten, buyuk dukkanlarda burnu buyuklukten yapiyorlar belki, ama maalesef oradalar..

Hemen aksamina, meshur Tavaci Recep'imize gittik. Kapida her zamanki gibi Sef garson ve ekibiyle "Abim! yengem! hosgeldin, basim gozum ustune" muhabbeti.... Nasil bir hurmet, ikram, yani bahsisi saf altin ustunden versen, dunyanin hicbiryerinde gorulmeyecek zariflikte bir ihtimam. Cocuklara visne suyu istedik mesela bir ara, "Yengem sen hic  merak etme, ben onlarinkini azicik ocakta isitip getiririm" diyecek kadar kendince ince bir dusunce  - ki "Allah askina isitma abim, hic visne suyu isitilir miymis yaa " diye yalvar yakar vazgecirdim adami. Bunlari da gordukce insanin resmen postu oraciga seresi geliyor.


Ote yandan, bu kadar zamandir, biz donersek 23 senedir Turkiye'de yasamamis bir Tuna olaya nasil adapte olacak, nasil sirasini kapan, kaldirima tukuren, arabayi ustune suren birinin girtlagina yapismadan  yasayacak diye dusuneduralim, Tuna'dan bir tane daha yapmisiz da haberimiz olmamis...

Kucuk Tuna diye adlandirdigimiz Ozan efendi, Turkiye seyahatlarimizin buyuk bir kismini korna calan yesil yanmadan sarida gecen veya azicik ortalamanin ustunde hizli giden Mumtaz dedesini devamli " Dedeeee, yanlislikla mi gectin? Yanlislikla mi korna caldin?? Yanlislikla mi hizli suruyoon??" diye sora sora canindan bezdirdi.. "Yahu bunlar normal seyler burada oglum, bisey yok" desek de "yok dedem yanlislik yapti, bi daha yapmayacaksin dimi dede?" demek suretiyle mutemadiyen  kendini telkin etti. Park edilmez isaretlerinin onune zank diye parketmis sira sira arabalara her seferinde sasirip "Baba bunlar yaramaz arabalar mi? Yanlislik mi burada durmuslar?" deyip, boyle ilgili isaretin onune goz gore gore parkedenlerin akli basinda insanlar olabilecegine bir turlu akil erdiremedi.

Biz 13 senedir bu gelgitleri yasaya yasaya bu memlekette yasayip gidiyoruz bakalim hala. Ne olacak bu hikayenin sonu... Ne zaman kafamiza dank edecek aslinda burada mutlu oldugumuz....ya da orada daha mutlu olacagimiz. Ben de sonunu merak ettigim bir filmi izler gibi izliyorum.

Bu esnada, 2013 beni ilk 4 ayinda son derece memnun eden bir sene oldu - cok sukur. Bir sekilde kendimle birlikte cevremdeki herkes icin de taslar yerine oturdu... Sanki butun eksikler bir bir yerini buldu, ilahi adaletten alacagi olanlarin hesabi goruldu. Boyle gider mi acaba diyorum bazen? Bilmem... Gitse de gitmese de sukretmeyi bilmek lazim galiba... Tadini cikartmak..

Ustune bir de bahar geldi...

Bahar ki ne bahar... cayir cimen... kuzular... erguvanlar... bahcelerde ciglik cigliga oynayan cocuklar... aksamlari acik camlardan iceri giren taze kokular...

Daha ne olsun... 




Wednesday, October 17, 2012

Veni Vidi Vici

Tuna ile 11 senedir evliyiz, dile kolay.. cok az konuda dramatik olarak farkli dusundugumuz olur... Sagolsun, varolsun iyi kocadir, iyi damattir, hepsinden daha iyi bir babadir..Birbirimizden pek fazla sikayetimiz olmaz gunluk hayatta. Evet, biliyorum, ne mutlu bize, bravo, masallah.. vs.. vs... Ama kesinlikle anlasamadigimiz, herseferinde oyle ya da boyle kavgaya tutustugumuz ve birbirimize bir turlu tolerans edemedigimiz tek bir konu vardir ki o da tatil anlayisimizdir. Birbirimizi en cok gordugumuz donemin tatiller oldugunu  ve bu donemi de birbirimizin burnundan getirdigimizi dusunursek evliligimizin yukarida saydigim meziyetlerini tekrar gozden gecirmeli miyiz, bilmiyorum..

Saka bir yana.. Ben tatillerin yerinde duranini, beni cok yormayanini severim. Guzel bir otelde layigiyla kalmaliyim mesela, yedigim ictigim duzgun olmalidir. Hele cocuklar etrafimdaysa, oteldeki doktordan cocuk havuzuna kadar herseyimiz tam olmalidir. Daga tepeye cikip risk almam, kendimi ve kimseyi zorlamam, efendi gibi dinlenir, temel kulturel turlarimi yapar, yuvama donerim. Bundan otesini zaten yorgun kafam ve bedenim goturmez.

Tuna'da ise bendekinden degisik ve kimsede daha once rastlamadigim bir turist geni vardir. Sebebini kucuk yaslardan beri ailecek arabalariyla ve kisitli butceyle ciktiklari Avrupa seyahatlerine bagliyorum. Dusunun bu uc kafadar (Tuna, annesi, babasi) 80li senelerde dura kalka kucuk arabalariyla taa Kibris'tan Ingiltere'ye gelirlermis, artik Allah nasil bir gezme gorme aski verdiyse...Bugune gelinmis, aradan gecen 30 sene ve asilan yuzbinlerce km sonra bu ask masallah sonmek bilmemis.. Sonunda da tek rehber kitabinin kaciracagi yerler olur korkusuyla ikinci bir kitap almadan yola cikmayan, tatilden onceki 3 hafta boyunca bir proje titizliginde gunlerimizi planlayan, tatil boyunca da cocuklar gibi heyecandan sabahin korunde uyanan, ustelik yolda uyuyan filan olursa Allah korusun, uyandirip etrafa bakmasi gerektigini ogutleyen bir gezgin olmus.

Simdi, biz coluk cocuga karisana kadar bu ikimizdeki farkli turist genleri hayatimizin her safhasinda yaptigimiz gibi pazarlik sonucu orta halli bir yol buldu. Bir tatil fikri aklimiza dusmeye gorsun; once Tuna heyecanla haritalarina ve planlarina gomulur, ben de soylenmeye baslardim.. Istenilen istikamete varidgimizda; ben otele gidelim diye cekistiredurayim,Tuna o muze senin, bu katedral benim, bizi oraya buraya surukler, ama sonunda yine de gitmek istedigi heryeri tamamlayamadan tatili bitirirdi. Yine de arabayla ciktigimiz yolculuklarda "aa, bak goruyor musun, kaybolduk!!" numarasiyla cok koy kasaba gezdirmistir  bana, anlamadim sanilmasin.

Biz boyle cekiseduralim, son 3 senede bu denkleme bir de iki cocuk eklendi, malumunuz.. Gecenlerde 2 yasinda yegeniyle tatile giden yakin bir arkadasimiz gelir gelmez ustune bir 2 hafta daha izin aldi.. Tamamiyle hakliydi, cocuklu tatil zaten basli basina bir macerayken eminim Tuna da artik biraz daha hafiften alacakti..

Diye dusunuyordum gecen hafataki Italya seyahatimizden once...